PARÇADAN BÜTÜNE, BİRLİĞİN İDEALİ VE BİRLİĞİN SEMBOLÜ

Ana Sayfa » Makaleler » PARÇADAN BÜTÜNE, BİRLİĞİN İDEALİ VE BİRLİĞİN SEMBOLÜ

Üstat Sezai Karakoç Müslümanların bir araya gelmelerini zaruret olarak görmüş, Parçadan Bütüne, Birliğin İdeali Ve Birliğin Sembolü başlıklı yazılarıyla konuyu irdeleyip okuyucularına takdim etmiştir.

1960 tan bu yana Müslümanların bir araya gelmesi zaruretini durmaksızın tekrarlamıştım.  Bu görüşler, milletlerarası politikanın konusu oldu. İslâm Birliği Sekreterliği kuruldu. Zaman zaman İslâm milletleri zirve konferansları tertiplendi. Bütün bunlara rağmen İslâm dünyasında hiçbir devlet, işin bütün ciddiyetiyle önemini kavramış ve konunun üzerinde bütün varlığıyla eğilmiş değildir. Devletlerin görüşünü aydınlar tayin eder. İslâm dünyasının aydınları ise tamamen Avrupa tarafından şartlandırılmışlardır. Kimi liberalizm veya kapitalizme kimi sosyalizm komünizme, kimi ırkçılığa kısaca ne kadar yabancı kaynaklı ideoloji varsa onlara kafa ve ruhlarını kaptırmış, halktan kopmuş, yavaş yavaş halkı da yoldan çıkarmaya başlamış, klişeci, ezberci hep aynı sloganları tekrarlayan ve bu tekrar edişi düşünce sanan bir diplomalar sınıfı teşekkül etmiş ve teşekkül ettiğinden bu yana da kendi medeniyet ve kültürüne kendi hayat tarzı ve davranışlarına sırt çevirmiş, yabancılarmışlar.

Bu sınıftan sağduyulu bir dış politika görüşü beklemek, en azından hayalciliktir.

Bu sınıf hala ufak ufak devletçikler halinde İslâm dünyasının var olabileceğini, batılılar ile tek tek anlaşmanın mümkün olacağını sanıyor. Ne korkunç aldanış.

Avrupa Batı, Rusya, Hiç biri İslâm devletlerinden birine samimi bir dostluk göstermemiştir ve göstermez. Kendi aralarındaki çıkar kavgaları sebebiyle biri öbürüne karşı bir İslâm devletini bir parça desteklerse de bu da geçicidir.

Avrupa, Amerika e Rusya’nın anlaşmalarından doğan hücum hattıyla karşılaşacağı yeni bir dönem İslâm dünyası ilkin <Birleşme> yle girmek zorundadır.

Kuvvetleri birleştirme, maddi ve manevi bütün kuvvetleri birleştirme suretiyle bir araya gelme ve bu şekilde bir saldırıya karşı koyma zarureti ile karşıya gelmiş bulunuyor İslâm Ülkeleri. Yoksa bugünkü gibi olursa her birini tek tek ortadan kaldırmanın yollarını arayacaklardır.

Derelerin çay, çayların ırmak, ırmakların nehirlere doğru akıp nehirlerin de denize dökülmesi gibi Müslümanlar bir birliğe doğru gitmelidir. Bütün İslam Devletlerini bir araya getiren bir birlik, Birleşmiş Müslüman Milletler gibi bir kuruluş gerekiyor. Gerçi inancımıza göre Müslümanlar tek millettir, ama oraya gidebilmek için belki de bu dediğimiz merhalelerden geçmek gerekecektir.

İslâm Birliği idealin bir hayal. Bir ütopya sananlar aldanıyorlar. Göz görünüyor ve kalp duyuyor ki, İslâm Âlemi için birleşmek, bir araya gelmek, artık var olmanın tek şartı haline gelmiştir. Veyl bu gerçeği görmeyenlere!

Tarihin hiçbir çağında birleşmeyen Avrupa, Dante’nin İlahi Komedisinden, Makyavellin Prens’inden başlayarak Şeşper, Göte ve benzerleri dehalarının metinlerinde birlik için işaretler, ifadeler bulup da idealinin bugün doğmuş gelgeç bir heves olmadığını kendine ve dünyaya ispat ve ilan etmeye çalışırken daha elli yıl öncesine kadar bir devlet bayrağı altında yaşayan Müslümanlar bugün bu birliği bir hayal kabul ediyorlar! Ne korkunç tezat!

Ortadoğu genel olarak büyük ve birleşik bir devlet isteyen bir sosyolojik ve tarihi yapıdadır.

Mısır, İlk çağlarda dünya devletiydi.

İlk Mezopotamya devletleri de hep dünya devleti olmayı hedef almışlardı.

Asuriler, yine Ortadoğu’yu birleştirmişlerdi.

Pers ve Grek Çarpışmaları da yine dünya hâkimiyeti içindi.

Roma, yine dünya devleti idi.

Peygamber Efendimizin devri, Dört Halife devri, eme veriler, Abbasiler, Selçuk Devleti, Osmanlı Devleti devri hep Müslümanların bir bayrak altında toplanması idealinin gerçekleştiği, çoğunlukla gerçekleştiği devirlerdir.

Birinci Cihan Harbinde Avrupalılar, Asya’ya, Avrupa’ya, Afrika’ya yayılı Büyük İslam Devleti olan Devletimizi yıkınca ufak ufak, suni köksüz devletçikler türedi. Her biri tek tek Avrupalıların oyuncağı oldu. Hala bu acı durum sürüp gitmektedir.

Aynı dine sahip, aynı kültürde, aynı tarihi yaşamış aynı hayat tarzını sürdüren, ırk ve dil itibariyle de ya aynı ya birbirine çok yaklaşmış insanlar parça parça birbirinden ayrı, çok defa da birbiriyle kavgalı devletçikler halinde yaşıyorlar. Bu halleriyle de büyük devletlerin ezmesine veya sömürmesine uğruyorlar.

Tarih, coğrafya, din, kültür, çıkar, akıl, her şey, her şey birleşmeyi buyuruyor. Fakat Avrupa’nın telkinleri altında kalan topluluklar, Avrupa’ya ayarlı bir basın aracılığıyla sürekli olarak birbirine düşman ve yabancı kılınıyorlar.

Kur’an’ın çağırdığı birlik ideali artık Müslümanların hayat memat meselesi olmuştur.

Ya hep bir araya gelip var olmak için direniriz.

Veya teker teker yok oluruz, yok ediliriz.

Yüzlerin seçildiği bir aydınlık dönem henüz gelmedi. Kavramlar, değer hükümleri, insanların değerlendirilmesi ters bir tertipte. Seleksiyon tersine işliyor. Gerçek insanlar, gerek soyutlamalar dünyasında seçim kötünün kötüyü çirkinin çirkini seçmesi, çekmesi şeklinde gelişiyor. Bu seçiş ak seçiş değil, kapkara bir seçiştir. İslâm dünyası böyle bir karanlığın pençesinde kıvranıyor. Hakikatler aleminde ise Kâbe, birleşmenin sembolü olarak kara fon içinde mücevherin parladığı gibi parlıyor ve her sene göğsüne topladığı bin bir demetli çiçeklere benzeyen her ırktan ve her dilden Müslümana kendi öz haliyle diyor ki: <İşte burada benim kucağımda birleştiğiniz gibi dünyanın her bucağında da bu birliği gerçekleştiril.>

Kabenin bir ruhu vardır. O ruh da Bütün inanmış insanların, yani Müslümanların ruhlarının kaynaşmasından doğmaktadır. O ruh öldü mü, Allah korusun, Kabe de dört duvardan ibaret bir taş yığını haline gelir.

Camiler de öyledir. Asıl cami, taşla, tuğlayla örülmüş mekan parçası değil, onun ruhunu meydana getiren Müslümanlar topluluğu, cemaat dediğimiz inanmışlar topluluğudur.

Bulgaristan’da, Yugoslavya’da, Yunanistan’da nice canım camilerimizi ahır tiyatro vb. yaptılar. Çünkü caminin  ruhu gitmiş, bedeni kalkmıştı. Ölü beden üzerinde de artık herkes istediği gibi oynayabilirdi.

Eğer ruhu gitmese, içinde dursa Allah’ın evi durumunda olan  camilere hangi el dokunabilir ?

Ruh erleri, Kabeyle gönül arasında boşuna ilişki kurmuş değillerdir.

Kabe, öyle bir ilahi havuz, Kevser  havuzudur ki Müslümanlar koşuyor gönüllerini aşkla, heyecanla, inançla, ona atıyorlar, gönüller orada bütün kirlerinden arınıyor, tertemiz hale geliyor, birbiriyle kaynaşıyor, birleşiyor havuzdan bir parça oluyorlar. O havuzla gönüller arasında akılların ermediği derecede yüksek ve kutlu bir alışveriş var. Kabe ile müminler arasındaki bu bağlanış, kenetleniş İslam ruhunun temel bir cephesine teşkil eder.

Namaz da, oruç da, zekat da hep birliğe çağırıyor Müslümanları.

Birleşmeye inanmayan, gönül vermeyen, çalışıp uğraşmayan Müslümanlar, çok zayıf Müslümanlardır. Kâbe’nin,namazın, caminin, imamın gerçek anlamlarından habersiz kişilerdir.

Çağımızda Müslümanların ilk işe ise Müslümanlığın gerçek anlamından haberli olmaya çalışmaları olmalıdır.

Haberli olmak ve haberdar etmek. Ölünceye kadar ödevimiz budur.

 

İhsan Yalçınkaya

Ankara Milli Eğitim Müdür Yardımcısı

Sosyal ve kültürel etkinlikler, çocuk ve genç ruhun temizliği, tokluğu, süsünü ve inancını ihmal eden her türlü tavrı iyiye yöneltir.