Köyün kültürel yapısına ve ekonomik işleyişine yön veren, köy ile şehir arasında medeniyetle ilgili irtibatı sağlayan tek vasıta olan köy otobüsleri; köylerin gelişim aşamasında en desenli öykülerin yaşandığı, sosyal kimliğimizin en doğal simgesi, hamuru yoklukla yoğrulan yöremiz insanlarının büyüme ve gelişme vitrininin en temel taşı, köyümüzün ve civar köylerin bütün içtenliğiyle şehre ulaşma yolculuğunun adıdır.
Köylülerimiz, şehre gitmek için ilk olarak her ne kadar Taflı Hasan Topuz’un çadırlı yeşil kamyonuyla tanışmış olsalar da Kara Çavuş’un oğlunun Gençaslan’ı, Kulaklı Süleyman’ın yeşil burunlu Şavrole’si, Jet Halil’in Man’ı, Abdullah Varol’un burunlu Mercedes’i, Emiruşağı’ndan Deli Cuma ile Aslanbeyli’den Hıtış Ali’nin ortak aldıkları Gümüş Kuyruk; hizmette sınır tanımayan bir özveriyle yolcularını köyden şehre götürüp getirmiştir. Onların ardından Kamanlı Çete ve Kalaycı Yusuf’un otobüsleri, Hacı Halil ile Kara Salih’in birlikte aldıkları otobüs, Halit Hoca ve Ali Gülü’nün ortak otobüsü ile Fayık Dayı’nın oğlu Hüseyin Duran’ın otobüsü de taşıma kültürünü aynı samimiyette yarışarak sürdürmüştür.
Köy otobüsleri, köy yerleşkeleri ve obalara göre de bir taşıma hattı oluşturmuştur. Topal Süleyman ve Kör Bayram’ın otobüsleri; Çördüklü, Kavlak ve Dilci’yi; Bostan ve Kör İspir; Kurttepe, Han, Kaman ve Cingözlü köylerini; Hüseyin Duran ile Halil Gençaslan’ın Dadaloğlu adlı otobüsü; Aslanbeyli, Alagazili, Keltepe, Cinliyurt, Şabanlı ve Cinahmet köylerini; Battal Korkmaz ile Hacı Samur ise Hasırcı, Çamlıca, Kızılören, Artmak, Kurukavak, Elmalı, Kadılı, Paşalı, Pulpınar, Karamanlı, İğdeli, Kırımuşağı ve Payaslı köylerinin yolcularını şehre taşımıştır.
Köy otobüsleriyle yolculuk, sabahın alaca karanlığında başlar. İnsanların birbirini tanımakta bile zorlandıkları bu saatte büyük ümitlerle bereketli bir yere gitmek için yola çıkmaya hazırlanan her yolcunun senaryosu diğerinden farklıdır. Şehre gitmek üzere köye yaklaşan otobüsler, geldiklerini belli etmek için kısık, uzun ve kısa olmak üzere melodisi farklı kornalar çalar. Bu sırada bir koşuşturma başlar ve makine geliyor, diye herkesi ayrı bir heyecan, ayrı bir telaş alır.
Şafakla başlayan yolculuk esnasında edilen sohbetler, köylü için âdeta bir aydınlanma ve arınma fırsatıdır. Yürekleri birbirine açan, esasında şehre gidiyor olmanın verdiği sevinçtir. Bu nedenledir ki yolculuk sırasında arı, duru bir ruh ve gönül beraberliği oluşur. Merhamet ve iyilikle birlikte olumsuzluklar da dile getirilir. Bazen idealler çarpışır bazen de yarım kalmış soruların cevapları aranır. Laf kılıcı bütün keskinliğiyle hissedilir. Sözün kıymeti; âlim ve arif kişilerce ele alınan konuya göre biçim alır. Herkes bu kıymetten şuurlanır ve böylelikle yolculuk esnasında büyük bir kültür mahsulü ortaya çıkar.
İnşaata, lokantaya, fırına, fabrikaya çalışmaya giden; ekmeğini ayrılıklarda, hasretlerde arayan civan delikanlılar; gelinlik kız için kayıt görmeye giden dünürler; okuldan kaçıp biriktirdiği harçlıkla sinema hayali kuran öğrenciler; askere gidenler; yoklukta ocak tüttürmek için gaz, tuz, bez, pekmez, şeker, küspe, almak için giden babalar; ak sakallı dedeler; pamuk yüzlü ebeler; tanış olanlar; yabancı olanlar; zayıflar, şişmanlar, şapkalılar, başı açıklar, yokuşa akan sular gibi otobüs şoförü ve mesuliyetten ödün vermeyen muavin ile birlikte herkes birbirine karışır.
Her bir köylünün öyküsü, diğerinden ayrıdır. Kimi kara ineğinden sağdığı ak sütü, yayıkta dövdüğü yağı, salamura peyniri, meşe közünde pişirdiği sütten yaptığı yoğurdu kimi de dertli türkülerle dokuduğu kilimi, rengarenk motiflerle işlediği namazlığı kime satacağını konuşur.
Elleri kınalı gelinler, beşikteki bebeklerini eve bırakıp geldiğini; kızlar, göz nuruyla işledikleri oyayı satmaya gittiğini anlatır. Ağzı laf yapanlar, türkü ya da ağıt söyleyerek kendilerini dinletmeyi başarır. Kızılören’den Küpeli’nin, Sıradan’dan Ziya Bey’in, Karamanlı’dan Hasan Hoca’nın ağıtları dikkat çekmek için seçilmiş ağıtlardır. Kışın ısınma amaçlı kullanılmak üzere koltukların arasında bulundurulan mutfak tüpünün ya da şoförün hemen yanındaki motorun üzerine, yazın ise açılıp kapanan camların kenarına oturan bu kişiler; zaman zaman şoförün işine dahi müdahale ederler. Ayrıca elektrik hatlarının ya da telefon tellerinin altından geçerken cızırtı yapan radyoyu veya Gül Ahmet’in türküsü çalarken kaseti değiştirip Mahmut Taşkaya’nın ya da Muharrem Ertaş’ın “ …Aman göç eyledi de Avşar elleri…” kasetini taktıkları olur.
Bir tarafta tavuğunu, horozunu, sepetteki yumurtasını kime satacağını hesap edenler birbirlerine laf verirken diğer tarafta kalça çıkıklığından tutun da aylardır çektiği bel ağrısından uyuyamayanlara kadar Hasanca’da derdine çare bulamadıkları için devlet hastanesinde doktora görünmek üzere şehre gittiğinden bahsedenler olur. Kız kaçıranlar, oğlan everenler, düvesinin yara olan tırnağına katran almaya gidenler, keşik sırası kendisinde olduğu için bir iki batman karpuzun yetip yetmeyeceğini soranlar; baltasını yületmeye, bıçağını çarklatmaya, dirgeninin kırılan sapını kaynatmaya, döven dişinden kap kacak almaya; hatta örmeden kendire, zincirden tasmaya… ne alınacaksa hepsi sohbetin konusudur. Hedef, herkes için alışveriş olsa da ana tema uzlaşmak ve bağışlamaktır. Kimse kimseyi değiştirmek istemez, herkes birbirini olduğu gibi kabul eder.
Yola giderken otobüsün arka bagajından nasıl düştüğü bilinemeyen inekten söz edilirken birkaç yıl önce, köyde bağlı unutulduğu Kayseri’ye varıldığında fark edilen hayvan için Halloğlu yöresinde “Hop! Pul Pınar’da geçi kaldı.” deyiminin nasıl ortaya çıktığı da anımsatılır ve ardından gülüşmeler başlar. Kayseri’de deva bulamayıp başkente havale edilen hastadan alınan haberin arkasından “Allah, Ankara’sı batsın! Sağ giden, ölü geliyor.” cümleleri ile dillerden dökülen ses ve gözlerden süzülen yaş birbirine karışır, ortalığı bir sessizlik kaplar. Daha sonra konu yön değiştirir ve muhtarlık seçiminden sonra değnek atlayarak yeminini bozup öbür kabilenin otobüsüne binenlere gelir ki onlar hakkında söylenmedik söz bırakılmaz. Velhasıl köy otobüslerinde her yürek, bambaşka bir yankı bulur.
Rüyalara, resimlere sığmayan; bir masaldaymış gibi yollara koyulan köy otobüsleri; incecik dere boylarından, kocaman taşların kenarlarından, kırlardan, bayırlardan, başı dumanlı tepelerin aralarından, hendeklerden, çukurlu yollardan kendini uçurumlara, kayalıklara vura vura toprak yolların kibrine inat asfalta çıkar. Bu esnada kusanların, birbirine naylon poşet uzatanların, alnına eşarp bağlayanların, karnı ağrıyanların; yüzleri donuk, benizleri sararmış yolcuların çileleri otobüs şehre varıncaya kadar devam eder.
Köy otobüslerinde kısa mesafelerde yolculardan ücret alınmaz. Yolda kim el kaldırsa otobüse alınır. Şoseye ulaşan otobüs şoförlerinin en büyük korkuları, trafik polisleridir. Kapasitesinin belki de üç katı yük ve yolcu alan otobüsler, trafik polislerini fark eder etmez frene basar ve koltukta oturanların dışındaki herkese “yere çökme” talimatı verir. Bazı polislerin cezai müeyyidelerine maruz kalınsa da çoğu polis bu durumu hoşgörüyle karşılar, görmezden gelir.
Kimsesizliğinden şikâyet etmeden özgürce yola koyulup giden köy otobüslerinin geçiş güzergâhında her mevsimin ayrı bir güçlüğü vardır. Bazen yağmur sonrası ortaya çıkan gökkuşağının altından, buharlaşan toprak kokusuyla birlikte çiçek tonlu rüzgârların estiği; ormansız, ağaçsız bozkırlardan geçilirken bazen de tozun, toprağın; dala, yaprağa karıştığı fırtınalı yerlerden geçilir.
Şehre varıldığında, daha otobüsten inmeden, Bünyan Garajındayken otobüsün etrafını simsarlar sarar. Köyden gelen ne varsa tavuk, horoz, yumurta, deri, yağ, süt, peynir; yol boyunca edilen dilek, dua ve temenniye binaen sulh ve sabır havası içerisinde alıcı bulur.
İhtiyaçlarını gidermek için şehre dağılan yolcular, alışverişlerini yapıp eşyalarını otobüse yerleştirdikten sonra eksiksiz olarak koltuklardaki yerlerini alırlar. Gün tepeye yükseldiğinde ise köye yolculuk başlar.
Her yolcu; alın terini, yalnızlığını ve kazancını soğan, ekmeğe katık eder. Birbirine kavun, yaş üzüm, domates ikramında bulunup ısrarla yedirmeye çalışırlar. Çoluk çocuk, kadın erkek, ihtiyar demeden yolcuların durumu göz ardı edilip sigaralar yakılır; dumandan göz gözü görmez olur. Yenilen, içilenlerin kabukları camdan dışarı fırlatılır. Gelirken koyunun, kuzunun, tavuğun, horozun arasında yürümekte zorlanan muavin; bu defa da yol ücretlerini toplarken otobüsün koridorunda hareket etmekte zorlanır. Yan yana dizilmiş torbalar, bagaja sığmamış ekmek tahtası, sini, sebze meyve kasaları, üst teleklere zorla sıkıştırılmış paketler, yerlere uzanan çocuklar… Tüm bunlar yetmiyormuş gibi üstüne üstlük bir de kese içerisinden binbir meşakkatle çıkarılmaya çalışılan yol paraları, muavinin işini epeyce zorlaştırır. Çerçi ve bakkallardan yol parası kabala usulüyle tahsil edilirken bu durum zaman zaman diğer müşterilerin itirazlarına neden olur. Muavinler, kendilerinden gereksiz yere istekte bulunacakları düşüncesiyle yolcularla pek yüz göz olmayıp zaman zaman ses tonlarını yükseltseler de yolcular da muavinle iyi geçinmek zorunda olduklarını bilirler. Çünkü kırılıp dökülecek her eşya, istif esnasında muavinin elinden geçer ayrıca veresiyeyi idare etmek de muavinin iradesindedir.
Otobüs şoförü ve mavinler; yolcuların âdeta karakutusudur. Evleneni, ev yaptıranı, kavga edeni, işi mahkemeye düşeni, borç alıp borç vereni; kimde, neyin var; neyin yok olduğunu bilirler.
Köy otobüsleri, müşteri çokluğu nedeniyle bayramlarda iki sefer yapar bugünlerde üsteki yük bagajına kadar otobüse yolcu bindirilir.
Köye bütün haberler otobüsle gelir. Okul kazananların haberi, tahsildar yazıları, üzeri “Bakkal Karaduman eliyle” yazılı mektuplar; hastanede yatanların, memur ya da öğretmen olarak tayini çıkanların belgeleri ve devletin gönderdiği diğer resmî belgeler ile sabah otobüs giderken paketin üzerine alelacele yazılan ısmarıçlar, gün içerisinde şehirde ve yol boyunca yaşanılan her şey muhatabına otobüsle ulaştırılır.
Kayseri’den Pazarören’e gelindiğinde verilen kısa molada yol yorgunluğunu atıp toparlananların bir kısmı ekmek almak için otobüsten inip fırına koşarken bir kısım yolcu da Kayseri’de unutup alamadıkları ufak tefek eksikler için dükkânlara yönelir.
Uzun bir yolculuğun ardından akşamüzeri köye dönen otobüslerin köye geldikleri, arkalarında bıraktıkları tozdan belli olur. Bu arada yorgunluktan kapanan gözler ve bir o yana bir bu yana evrilen başlar da doğrulmak üzeredir. Yakını gelecek olanlar, otobüsün önüne çıkarken çocuklar, otobüsün bile dönmekte zorlandığı sokağın iki tarafındaki duvarların üstüne oturup ayaklarını salındırır; gençler, gelenleri izlemek için damların başına çıkarlar.
Sağlı sollu kümelenen insanların arasından ilerleyen otobüs, gelip her zamanki yerine durur. Temaşa edenler, otobüsten inen yolcuların ellerindeki delikli filenin dışa taşan görüntülerinden kimin evine ne alındığını bilir; hatta otobüsten inen yolcunun cebinde kaç lira olduğunu dahi hesaplar.
Köye dönen yolcular, otobüsten farklı bir eda ile inerler. Bu caka; ya akşam hayvanlara bakmak için ahıra girinceye kadar ya da ertesi gün tırpan omuzda, tarlaya varıncaya kadar sürer.
Şimdinin gücüyle her şeyimizin olduğunu sandığımız ancak özlemini çektiğimiz değerlerimizle ilgili çoğu şeyimizin aslında olmadığı şu dönemde, bir devrin en önemli taşıma aracı olan köy otobüsleri; hepimize bir şekilde hizmet etmiştir. Köy otobüsleri; kafiyeler arasında yükselen nidalara, gurbete, özlemlere, sevginin tarif edilmezliğine şahit olmuş ve hiçbirimizi yarı yolda bırakmamıştır. Vaktiyle yolculuk dışında futbol maçlarına, düğünlere; toplu asker, işçi taşımaya; hatta hac mevsiminde kutsal topraklara kadar giden köy otobüslerinin masraflı oldukları gerekçesiyle kimi garaja kapatılırken kimi hurdaya satıldı, şanslı olan bazıları da varlıklı kişiler tarafından satın alınarak müzeye çekildi.
Gelecek, düş görenlerin mülküdür. Perişanlığı iliklerine kadar hissederek yaşayan yöremiz insanlarının gönül dünyasında apayrı bir yeri olan köy otobüslerinde yaşadıkları düşler ve beşerî kaderleri, gözden ırak olsa da seyir hâlinde olan bugünkü yaşam serüvenlerine yön verecek tecrübeler, yepyeni kapılar açacak misaller; köy otobüsleriyle birlikte hatıraları süslemeye devam etmektedir.
Sosyal ve kültürel etkinlikler, çocuk ve genç ruhun temizliği, tokluğu, süsünü ve inancını ihmal eden her türlü tavrı iyiye yöneltir.