İHSAN YALÇINKAYA’NIN KALEMİNDEN BİR AVŞAR KÖYÜ ASLANBEYLİ
Orta Anadolu’nun önder şehri, güzellikleriyle dillere destan Erciyes’in incisi Kayseri ve bu şehrin kadim ilçesi Pınarbaşı’na bağlı bir köy: Aslanbeyli.
Pınarbaşı’nın tarihi, 2200 yıl öncesine kadar gider. Dolayısıyla Aslanbeyli köyünün de… Kayseri, “Mazaka” ismiyle Pınarbaşı’na bağlı küçük bir yerleşim merkeziyken Pınarbaşı; efsanevi Ariaratia Devleti’ne başkentlik yapmış, Osmanlı’da “Aziziye”, Cumhuriyet’le birlikte de “Pınarbaşı” ismini almıştır.
Yürü bire Pınarbaşı/Acep karın kalktı m’ola
Boynu uzun alaların/Çayırından çıktı m’ola
Pınarbaşı; “büyük atlar ülkesi” anlamına gelen Katpatuka/Kapadokya olarak hem Selçuklu’ya hem de Osmanlı’ya at yetiştiriciliğinde mekân olmuş, üç bin beş yüz bitki florasına sahip doğa harikası bir ilçe.
İşte bu güzel ilçenin güzel bir köyüdür, Aslanbeyli.
Köyün bilinen tarihi, yaklaşık 1650 yıl öncesine dayanır. Oğuz Türkmenlerinin Avşar boyuna kadar uzanan Maraş Türkmenlerince kışlak olarak kullanılmıştır, Aslanbeyli. 1865 yılında, Avşarların iskânı sırasında yaylak olarak kullanılan mekân; Avşarların yerleşmesi ile “Şahanlar” olarak anılmış, rivayete göre daha sonra köyün kurucu beylerinden Aslan Bey’in çocuğu olmadığı için kendisine kadirşinaslık gösterilmek üzere köye Aslanbeyli ismi verilmiştir.
Doğusunda Artmak, batısında Cinahmet, kuzeyinde Hörküçük ve Paşalı, güneyinde ise Gazi Köyü ve Şabanlı ile çevrili Aslanbeyli; Pınarbaşı’na 16, Kayseri’ye 90 kilometre mesafede doğal ve bakir bir yerleşim yeridir.
Toros Dağları’na yüzünü dönmüş bir yaşam öyküsüdür, buraların hikâyesi. Hayatın türküsü özgürce yankılanır bu köyde ve her şey olabildiğine doğaldır bu topraklarda. Yaylacılık, hayvancılık ve çiftçilikle geçen bir ömürdür, Aslanbeyli.
Gelenekleri, görenekleri, düğünleri, halayları, hele de yayla göçleriyle bambaşka bir atmosfer yaşanır bu coğrafyada. Bundan dolayıdır ki Aslanbeyli ve yayla kelimeleri birlikte terennüm edilir bu yörede yaşayanlar için.
Dağların eteklerinde kar hiç eksik olmaz, Aslanbeyli köyü yaylasında. “Kuyucak” ismi, Aslanbeyli köylüleri için ikinci bir kimliktir. Toros Dağları’nın sinesine saklanan Kuyucak Yaylası, büyüleyici tabiatıyla insanları bir anda kendine çeker. Görenler, Kuyucak’ın görkemli güzelliğinden kendini alamaz.
Köyün sarı sıcağına inat efil efil esen serin rüzgârı, solunası tertemiz havasıyla suyu sert, insanı mert bir vadidir Kuyucak. Orta Anadolu’nun Akdeniz’e açılan en gözde kapısıdır.
Ticaret yolları üzerindeki kervansaraylar, yöre halkı için geçim kaynağı olarak büyük önem taşır. Yaylamızın tarihini süsleyen Kırıkhan, yakın geçmişe kadar tüm heybetiyle çay yolu üzerindeki Kayapınar’ın yanı başındaydı. Bünyan Karatay Hanı, Han köyü güzergâhındaki han ve üçüncü önemli durak olan İpek Yolu’nun en önemli konaklama ve güvenlik merkezi Kırıkhan’dan bugüne, maalesef bir eser kalmamış.
Aslanbeyli’nin Küçük Seki mevkisinde gerçekleştirilen kazılarda çıkarılan testiler; burada yaşanmış derin bir uygarlığın apaçık işaretidir. Eskilerden beri “Burada Kadızalap şehri varmış.” sözleriyle başlayan ve köyün büyüklerince yıllardır anlatılagelen bir hikâyesi vardır Aslanbeyli köyünün.
Ayrıca giriş tüneli Aslanbeyli köyünün tam ortasında bulunan ve bugün kapalı olan bir yer altı mağarası vardır. Mağara yolu; yer altından, kat mevkisi güzergâhından Ücüyurt eteklerini geçip, Karaburu’nu dolaşarak Cinahmet ve Kavlak köylerini takip edip, Zamantı Irmağ’ının altından geçerek Pınarbaşı-Nevşehir istikametine giden yer altı şehir yoluna karışır. Bu tarihî yer, Kültür ve Turizm Bakanlığının inceleme ve araştırma hizmetini beklemektedir.
Kalktı göç eyledi Avşar elleri/Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı/Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Sözlerinin güzelliği kadar cemali de güzel olan Aslanbeylili çobanlar, önüne kattığı sürüleriyle hüzünlü bir yolculuğa çıkar yaylaya doğru. Yayla yolculuğu, omuzları birbirine yaslananların gözyaşlarıyla ıslanır. Yanık sesler yankılanır, Doğruca’dan Kuru Çay’a inerken. Rüzgâr ses verir, koyun ve kuzuların meleyişlerine. Kuru çayın yolu taşlı/ Ben ağlarım gözüm yaşlı… Türkülerin her çeşidi, ağıtların her türlüsü, sohbetlerin her nevisi siner; bitmek bilmez bu yolculuklara.
Mezitli, Tatlı Oluk, Alma Çatı’nın yayla toprakları geçilir. Ağaçların, çiçeklerin, böceklerin birbirine karıştığı dağların arasından Keltepe’nin yaylasına uzaktan el sallanarak Aslanbeyli’nin yaylası Kuyucak’a ulaşılır.
Eşek Meydanı, Kınık, Mezdali Çukur, Kocaklan, Karşı Dağ ve Meşelik’te yayılan ineğin, koyunun sütü başka, yağı başka, peyniri başka olur Kuyucak yaylasında.
Kökün Gediği, Göv Boyun, Gölyeri, Katıranlık, Örtlek, Yörep Yol, Kırın Pınarı, Topaktaş, Tücarın Yurdu isimleri; Aslanbeyli köylülerinin gönlünde ayrı bir önem ve apayrı bir değer taşır.
Yılda bir sefer de gerçekleştirilse “Kuyucak Yayla Şenlikleri”; yaşlısı genci, çoluğu çocuğu; herkesin buluşma, kucaklaşma ve kaynaşma yeridir. İkilik perdesi kalkar bu yaylada. Bilek gücünün yerini akıl gücü alır. Senlik benlik yok olur, birbirini karşılıksızca sever burada bütün köylüler.
Aslanbeyli köylüleri, samimiyetin ve vefanın büyüleyici gücüyle; acımız bir tatlımız bir, ağıdımız bir türkümüz bir, yazımız bir kışımız bir derler; keklik öten, kekik biten dağların arasında.
Zamanında, delikanlılar; çalışıp para kazanmak ve ailelerini geçindirmek için gurbete, Çukurova’ya gitmek durumunda kalmışlar. Geride bıraktıkları boynu bükük gelinler; maniler dizmiş sevdiklerinin ardından. Kayseri’nin, Pınarbaşı’nın en hüzünlü hikâyeleri Aslanbeyli’de yazılmış böylelikle.
Aslanbeyli köyü, kahverenginin hâkim olduğu topraklar üzerinde kurulmuştur. Eskiden toprak damlı, bugün çatısı kırmızı kiremitli Aslanbeyli evlerinin oluşturduğu sokak aralarında; toprak ve hayvan gübresinin kokusu birbirine karışır, her soluk alıp verişte.
Öyle kolay değildir bu köyde yaşamak. Doğa ile büyük bir mücadele ve azim gerektirir. Orta Anadolu’nun her karışında olduğu gibi Aslanbeyli’de de geçim derdi ve imkânsızlık, göçe zorlamıştır köy halkını. Gurbette yaşayanlar için ise sıla özlemidir Aslanbeyli.
Eskiden bir iki evin önünde ağaç varken bugün köyde her evin önü ağaçlarla donatılmıştır. Aslanbeyli köylüsünün ecdadıyla buluştuğu, bir nevi ecdadına sığındığı ve manevi hazzın en yoğun hissedildiği mekân olan köy mezarlığı ise neredeyse ormana dönüşmüştür günümüzde.
Rüzgâra karşı meydan okuyan akasya, kayısı, elma ağaçlarının gölgesinde açılır evlerin pencereleri yeni bir güne ve toprak, bütün cömertliğini sergiler Aslanbeyli’nin vefakâr sahiplerine.
Köyün girişinde; iki göz, iki oda taş duvarlı bir köy okulu karşılar bizi. Yılların yorgunluğu üzerinde görünse de eskiyen bu okulun, Köyün yukarısına inşa edilen başka bir okul umuda açılan kapısı olmuştur Aslanbeyli’nin eğitim sevdalısı insanlarına.
Topraktan ve taştan yapılmış evler oluşturur Aslanbeyli’nin dokusunu. Çorak tarlalara doğru uzayıp giden tozlu, topraklı patika yollar; yol arkadaşıdır bu köyde, tüm sessizliğiyle.
Bu başıboş, altın sarısı kıraç topraklar üzerinde sarf edilen nice emekler; vaktiyle nice hikâyelere dönüşmüştür.
Kıraç tepeler, tepeleri kovalar ardı sıra. Eğri Dere, Ücüyurt, Dölek, Kuru Dere, Kara Kevenlik, Öteyüz, Kat, Kıllıların Kayası, Eğri Armut… Her biri ayrı bir keşif rotası çizer.
Her bilinmezlik, ayrı bir heyecan verir Aslanbeyli’de. Keşif yolculuğu boyunca etrafı çevrili küçük küçük tarlalar çıkar karşımıza bu ıssız topraklarda. Bazen çalıya bile rastlanmaz bu coğrafyada ancak Aslanbeyli köylüleri hayat bulur bu topraklarda inatla ve umutla.
Yıllarca birlikte yaşanılan bu kapıların ardında nice öyküler vardır, yılların biriktirdiği nice anılar… Bir dokunulsa neler dökülecektir yüreklerden dillere.
Eski taş evlerin yorgun duvarları, kim bilir hangi yaşanmışlıkların ağırlığını taşır? Hem ev hem de evin sahibi, zorluklara ortaklaşa göğüs germişlerdir bunca zaman.
Köylünün yaşamı ve emek mücadelesi, yıllar geçse de hafızalardan silinir mi hiç?
Bir yanda çelik çomak oynayan; pancardan kamyon, söğüt dalından dilli düdük yapan ve yazın kavurucu sıcağında serinlemek için derede çimen çocuklar… Bir yanda elinde tokacı, derede çamaşır yıkayan; tarlada deste toplayıp yığın yapan, kirmen eğirip kilim dokuyan; evin yükünü omuzlamış çileli kadınlar… Bir yanda halısına hayallerini ilmek ilmek nakşeden; elinde helke, köy çeşmesinden su taşıyan; harmanın, hasatın her tanesinde emeği olan genç kızlar… Diğer yanda kağnısıyla dağ tepe demeden odun taşıyan, sap çeken, harman savuran, soku döven, değirmende buğdayını, arpasını, çavdarını öğüten gençler… Ve karasabanla çift süren, düven süren; tırpanla ekin biçip harman savuran yetişkinler… Hangi birini saymalı?..
Aslanbeyli köylüleri, sanatın en emin bekçileri olmuşlardır. Kıtlık dönemlerinde, en zor günlerinde nalbantından iğne yapanına, kağnı ustasından çeten kuranına, diş çekeninden kalaycısına kendi zanaatkârlarını yetiştirmişler; küçük işletmelerle civar köylere de örnek olmuşlardır.
Dedeler, ebeler, analar, babalar… Tüm Aslanbeyli eğitimin gücüne inanmıştır. Çocuklar okusun, diye gelinler helkeleriyle süt taşımış, kızlar milim milim dokudukları göz nuru halıları; babalar yetiştirdikleri çavdarı, arpayı, buğdayı satmışlardır. “Sen yeter ki oku, ceketimi satarım.” söylemi âdeta bir idealin geleneği olmuş ve temenniler kararlı bir duruşla davranışa dönüşmüştür bu köyde.
Aslanbeyli’nin o günün koşullarında yetiştirdiği çocuklar, bugün yargıç oldular; subay, doktor, hemşire, veteriner oldular; avukat, mühendis, öğretmen, polis oldular; memur oldular ve vatanımızın her bir köşesine dağıldılar üstlendikleri görev aşkıyla.
Yaz mevsimi sona erip de zamanın rengi sarıya döndüğünde kış hazırlıkları da başlar Aslanbeyli’de. Kışın katığı olarak bulgur, tarhana, yarma serilir damlara ve avlulara. Yazın rahatlığına karşın kışın yaşanacak zorluklar, köylünün en büyük kaygısıdır bu mevsimde.
Yakacak da yiyecek kadar önemlidir köyde. Kışın rahat etmek istiyorsanız karınca misali, yazı çalışarak ve emek vererek geçirmeniz gerekir. Ayrıca değişen yaşam, ısınmayı da etkilemiş; hayvan gübresinin yerini kömür almıştır artık Aslanbeyli’de.
Kıymetli halk ozanımız Dadaloğlu’nun da diyarı bu topraklar için daha ne söylense yaşanılanların yanında eksik kalacaktır. Bahsettiğimiz güzelim coğrafyaya can verenler; geçen yıllara rağmen bu köklü kültürü yaşayanlar ve yaşatacak olanlardır.
Köyün gençleri, ekmek parası uğruna gurbet yollarına yelken açadursun, bizlere de hayallerinden vazgeçmemeleri dileğiyle yolunuz ve bahtınız hep açık; geleceğiniz ve umutlarınız daima aydınlık olsun temennileri düşüyor, bu güzel köyün güzel insanlarına.
İhsan YALÇINKAYA
Sosyal ve kültürel etkinlikler, çocuk ve genç ruhun temizliği, tokluğu, süsünü ve inancını ihmal eden her türlü tavrı iyiye yöneltir.