İnsanlık tarihinin en eski mesleklerinden biri olan çerçilik ve bugünkü modern alışveriş merkezlerinin atası olan çerçiler, vaktiyle üretim ve imalat sektörünün sevkiyat halkası olarak faaliyet göstermişlerdir.
Çerçi; Farsçada “carcı, haberci”; Moğolcada bir yerden bir yere haber götüren, buyruk ulaştıran, parça, kırıntı anlamlarına gelen “çertçi”; Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde “esnaf-ı attaran-ı seyyaren” olarak tanımlanmış; Anadolu’da ise “seyyar satıcı, seyyar bakkal” olarak isimlendirilmiştir.
Tarihin mobil dükkânları olan çerçiler; bazen üstü açık ya da kapalı at arabalarıyla, bazen eşek ya da katır üzerinde, kimi zaman da omuzlarında heybe, alışveriş yapmanın en zor olduğu dönemlerde köyleri dolaşmışlardır. Her türlü tabiat şartlarına direnerek ulaşım araçlarının bile gidemediği, eşkıyaların ve vahşi hayvanların kol gezdiği yollarda; kendilerini nelerin beklediğinden habersiz; dağları, yolları aşarak ihtiyaç sahiplerinin ayağına kadar gitmişlerdir.
Öteberi satmak için haftanın belli günlerinde köye gelen, günde en az üç pare köy dolaşan, yolu gözlenen çerçilerin; “Anadut, dirgen, yabayı bulun!/Kazanı, leğeni, ibriği alın!/ Kalaylı sahanla tas ile gelin!/Eskimeyen eskileri getirin, çerçi geldi!..” seslenişlerini duyan herkes heyecanla köy meydanına koşup çerçinin etrafına toplanırdı. Saatler ilerledikçe köy meydanında mahşerî bir kalabalık oluşur; sakız, balon, kırık leblebi için sıraya dizilen çocukların keyfine diyecek olmazdı.
Çerçide yok yoktu. İğneden ipliğe, boncuktan kolyeye, astardan kumaşa, lastikten makasa, aynadan cımbıza, basmadan pazene; sele, sepet, çamaşır mandalı, düdük, çatal iğne, el kremi, naylon terlik, lokum, bisküvi, boyalı şeker, keçiboynuzu, kara üzüm, iğde, -yerine göre- beşik, katran, ceviz, -mevsimine göre- yemlik, madımak, çiriş… Ne arasanız bulunurdu.
Müşterilerinin çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu çerçiler; kazanç kapılarını “Siftah senden, bereket Allah’tan…” sözleriyle aralayıp buğdaydan arpaya, bulgura, una; nohuttan mercimeğe; yumurtadan peynire, yüne… naylon ve çorap eskisinden göz alıcı renkte eşyalara kadar evlerde tüketilmeyen, kullanılmayan ne varsa “Taştan yumuşak ne olursa alırım.” sözleriyle alıp satışlarına devam ederler; maddi faydadan ziyade manevi ödeşmeye verdikleri ehemmiyetle ilmî dizelerin ilkeli bir münazara hâlinde devamlılığını sağlarlardı.
Kabı kabına, iki ondan bir bundan veya değiş tokuş usulüyle yapılan bu mübadelede; alanın da satanın da engin hoşgörüsü ve rızası olurdu. Çocukların meraklı bakışları altında pazarlıklar yapılır; müşteriler, söz sanatının en güzel örnekleriyle sohbetin keyfine ererdi. Daima diri tutulan dimağlar sayesinde dıştan gelen taleplerle içten gelen güçlü istekler belirlenir, böylelikle çerçilerin her gelişlerinde yeni bir gündem keşfedilip yeni bir konu işlenirdi.
Takas ticaretinde başarı sağlayabilmek, özel bilgi ve maharet gerektirirdi. Çerçiler de ürünlerini satabilmek için sözün büyüsünden yararlanırdı. Her çerçinin ayrı bir yeteneği olur; gırtlak idmanlarıyla bir avuç bulgurdan, bir kazan pilav yapmaya çalışırlardı. Çerçilerden edinilen sözler, sohbete ortak olanları -bir anlığına da olsa- dertlerinden alıkoyar, bir sığınak sayılan bu sözler sayesinde gün yüzüne çıkan dertlerle de yüzleşilmiş olurdu. Çerçilerin irtibat alanına giren her yerde alışverişi evin hanımları yönettiği için sarf edilen mısraların arasındaki ifadelerden kendilerine bir anlam çıkaran kadınların duygularına yönelmek, çerçiler açısından oldukça önemli hâle gelirdi.
Musiki, çerçilerin en büyük iletişim aracıydı. Yöre ağıtları, çocuk masalları, unutulmaya yüz tutmuş mâniler, metteler, atasözleri, cenkler, türküler… kalbin terbiyesinde irfan tarlası olarak görülür, çerçilerin dilinde bambaşka bir can bulurdu. Tezgâhta bulunan yiyeceklerden çocukların ellerine boyalı bir iki şeker sıkıştırıldıktan sonra ağıda girilir, “Koyun güttüm, kuzu güttüm;/Taşın dibinde uyuttum./Sekiz oğlan, bir tek kızı;/Çiriş satarak büyüttüm.” dizelerinin ardından satışa başlanırdı.
Temaşa sanatının en iyi icracılarından olan çerçilerin satış üslupları, ruhlara dağıttıkları telkinler ve tembih yöntemleri ölçülemez nitelikteydi. Sıkıntılardan çıkar sağlama amacı güdülmez; bir muvaffakiyet düşünülmez; değerler dünyasındaki her şey doğal hayatın hizasına bırakılırdı. Millet kültürünün ağacını tahrip edeceklerin karşısında dimdik duran çerçiler; tahammül edilemeyecek, duygusuzluk doğuracak sohbetleri öteleyerek bunları lüzumsuz olarak nitelendirirlerdi.
Ocakta yemeğin yanması, evde bebeğin ağlaması, eve geç gelindiği için eşten azar işitme pahasına da olsa çerçilerin sözleri pür dikkat dinlenirdi.
Çerçilerin ayrıca alışveriş defteri olur, bu defterde her evin bir sayfası bulunurdu. Müşteriyle samimiyetlerini artıran çerçiler, küsuratları görmezlikten gelir; böylece veresiye defterindeki ödeme günleri de biraz olsun uzatılmış olurdu. İstediklerini bu defa bulamayanlar, bir dahaki gelmeye ısmarıç verir; aldıkları ürünün parasını veremeyenlerin isimleri, defterin arka sayfasına yazılır; borçlarını ödeyemeyenlere kızılmaz; onların da paralarının olduğu bir gün borçlarını ödeyeceklerine yürekten inanılırdı.
Çerçiler; halk kültürü alanında bulgularıyla, anlatılarıyla, edebî hünerleriyle bir yandan zihnî melekelerin inkişaf ettiricisi olmuş; diğer yandan kültür besleyiciliği vasıflarıyla bir tür kültür elçiliği görevi üstlenmişlerdir. Çerçinin köy meydanında konduğu yer; bazen töresel bir sahne, içten bir yardım müessesesi bazen de icat edilen ideal bir kahve ocağı olmuştur. Kendi vücudu, kalbi ve kendi diliyle bir kültür meydanı oluşturan çerçilerin etrafına biriken toplulukta ruh ve vicdan âşığı insanlar yer alırdı. Sadece müşterileri değil; o toplumun üyesi olan her birey, çerçinin terbiye yöntemine ihtiyaç duymuştur. Sevgi, saygı ve merhamet metotlarıyla kişinin özüne dönmesine, kendini bulmasına vesile olunan bu mekânda; hayatın kıymeti, çerçiler tarafından kavratılmıştır.
Bir anlamda kendimizi gördüğümüz, kendimizi bulduğumuz çerçiler; manevi olgunlaşmanın da en büyük destekçileri olmuşlar; tavırlarıyla adalet ve merhamet destanları yörüngesinde, ananeyi inkâr etmenin insanları dümensiz bırakacağı düşüncesiyle diğer sosyal sınıf ve mesleklere de öncülük etmiş; hatta diğer meslek erbaplarının zaman zaman gidecekleri istikametleri dahi belirlemişlerdir. Kendi iç dünyalarına yaptıkları hamlelerle kendilerini yoğurarak elde ettikleri ruhi şahsiyetlerini, hayallerini, izlenimlerini, tasavvurlarını gönül dünyamıza aktararak gönül dünyamızı zenginleştiren çerçilerin bu hâlleri; hepimizin gelişimine ve de insanlığın yükselişine tarif edilemeyecek derecede katkı sağlamıştır.
Yorucu bir sosyal müsabaka alanında hayatın mesafesini iyi kullanan; hazları, azapları, bazen de kâbuslu rüya anlatılarıyla karanlık gönüllere inanç, ilim, ahlak ve sanat sohbetleri sunan çerçiler; etraflarındaki insanlara zaman zaman da çeşnili ihtarlarda bulunmuşlardır. Âşıkların, dâhilerin, idealistlerin, hakikat ehli insanların edep dolu sözlerini, söz sanatının en yaygın hazzını; bütün gerçekliğiyle yansıtarak henüz masumluk çağındaki çocuklara hayatın ilk öğretilerini gösterip onların düşünce tarzlarını aktif hâle getirmişlerdir.
Çerçinin ahenk ve estetik haysiyetini azaltmaya çalışan müşteriler de olmuş ancak bu müşteriler, onun bilek ve akıl değirmeni arasında hiç af bulmamıştır. Çerçiler, bu vesileyle kahır kullananlara karşı iç terbiyenin onarımcılığını da üstlenmişler; böylelikle dinlemekten, kabiliyetini kullanmaktan kaçınan çerçi muhatapları; insan ruhunun olgunlaştırılması yönünde en kuvvetli örneklerle karşı karşıya gelmişlerdir.
Yaşamın demir örsünde dövülmüş bir çehreye sahip çerçiler, olaylara; “Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” zaviyesinden bakarak tabiatın serbest dekoru içerisinde nesil üzerinde manevi gücü artırma pozisyonu üstlendikleri için hayatta hiç mağlubiyet yaşamamışlardır.
Asli müşterisi olan çocuklara ayrı bir önem verip her zaman özel bir ehemmiyetle yaklaşan çerçiler, çocuklar üzerinde hürmet denemesi yaparak olup bitenlerin onların da kalbine işlenmesini sağlamışlar; çocukları, bilgi adayı olma yerine olgun ve ahlaklı insan adayı olarak görmüşlerdir. Çocukların, birbirlerini ezmek suretiyle hayat sahnesinden dışarı atma yarışının daima karşısında durmuş; aşağılık duygusu, hoyratlık ve saldırganlıktan uzak, koruyucu ve kollayıcı bir tutum içerisinde yetişmelerine her zaman vesile olmuşlardır. Çerçiler; çocuklara, tıpkı sattıklarından tattırdıkları gibi günün mıhlanmış öğretileri yerine de ilimlerin her birinden bir parça tattırarak onların kendi kabiliyetlerini sezip keşfetmelerine yardımcı olmuşlardır.
Zekânın bir yük ambarı olmaktan ziyade ince ve keskin bir kılıç hâline gelmesini sağlayan çerçiler; ayrıca zekânın fikir taşıyıcısı olmaktan öte doğal duygularla irade boyutunda hız alma isteğini de artırmışlardır. Beşerî hayata ve ruh dünyasına ait çerçi ahlakının sentezi, insanları gözlem kanalından geçirmek suretiyle bir kültür mertebesine yükseltmiştir. Çerçiler, ilim arşivinden edindikleri tabiiyetle; zan, kin, haset ve aleyhte olan her türlü tavrı düzeltmiş, düzene sokmuş; bu nedenle de çerçi tezgâhının yanında büyüyen çocuklara toplumun her kesimi tereddütsüz kefil olmuştur.
Çerçiler, o günün koşullarında haber taşıyıcılığı da yapmışlardır. Köylerde, kasabalarda; zengin yoksul ayırt etmeksizin âşıklar, sevgililer ve garipler arasında hiçbir karşılık beklemeden haber taşımışlar; böylece giyim kuşam, yenilikler, dış dünya ve yereldeki tüm değişim ve gelişimler çerçilerden öğrenilmiş; daha uzak olan köy ve yaylalarda yaşayan insanlar için gereken bütün haberler çerçilerden alınmıştır.
Çerçilerin his ve menfaat zincirinden kurulmuş kurtuluş hakikatinin kutsal kapıları, insanlara; Allah rızası için her zaman açık olmuştur. Zekâsına herkesin hizmetkâr olması gereken çerçilerin her birinin ayrı bir hüneri olmakla birlikte hepsinde gözlenen ortak yön; zeki, gözü açık ve hazırcevap olmalarıdır.
Huzur için bir vasıta, ikbale götüren saygın bir mesleğin erbabı olan çerçiler; yolculuk süreleri ve gittikleri yerdeki kalma durumlarına göre her zaman bir yardımcıya ihtiyaç duymuşlardır. Bu kişi ya yakın bir akraba ya da aileden biri -çoğunlukla da çerçinin oğlu- olmuş; bu sayede çerçi çocukları, hayata dair ölçülemeyecek nitelikte kazanımlar elde etmişlerdir. Tecrübe ilminde çile dolduran bugünün iş adamları, büyük işletme sahipleri ya da alım satım işlerinde tutarlılık gösteren çoğu kişinin; çerçi yanında büyümüş, çerçi gölgesinde yetişmiş, çerçinin ticaret biçimini deneyimlemiş kişilerden olduğu görülmektedir.
Sadece sattıklarıyla değil; her açıdan açlığımızı doyuracak gıdalarıyla kalplerimizi yoğurup ruhlarımızı selamete erdirerek derin bir tefekkür ve ısındırma görevi üstlenen çerçilerin kişiliğimize ümit ve ufuk nakşeden yol gösterici, şahsiyet oluşturucu ve aydınlatıcı rolleri daima saygıyla hatırlanacaklardır.
Günümüzde özellikle köylerde nüfusun azalması, köyden kente göç, karayollarının gelişmesi, motorlu araçların yaygınlaşması; yeni satış yöntemlerini değişime uğratmıştır. Çok şubeli mağazalar, büyük marketler zinciri ve internet ortamına uzanan alışveriş yolculuğu; ticareti bambaşka bir yöne evirmiştir. Çerçiler, yerel ve ulusal kültüre veda edip her ne kadar ticaret ağının dışına itilmiş olsalar da soy isimlerinde, işletmelerde ve birçok yerleşim merkezlerinde; adları, sesleri, solukları ve unutulmaz anılarıyla benliğimizi süslemeye devam edecektir.
Sosyal ve kültürel etkinlikler, çocuk ve genç ruhun temizliği, tokluğu, süsünü ve inancını ihmal eden her türlü tavrı iyiye yöneltir.